Tarih ve Düşünce - Bizim Sınıf 2024-2025

1-E




İçeriğe git

Ana menü:

Tarih ve Düşünce


ASIL FAKİRLİK

Günlerden bir gün gerçekten zengin bir baba oğlunu yakın bir köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek.Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.

Yolculuktan dönüşlerinde baba oğluna sordu,

“İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?”

“Evet!”

“Ne öğrendin peki?”

Oğlu cevap verdi,

“Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar.”

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi,

“Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!”

 


Yolumuza Çıkan Engeller”

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de neler olacağını görmek için pencereye oturmuştu

Sabahtan oğlene kadar ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler ve hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi.

Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyor.

Daha sonra Saraya meyve ve sebze getiren bir köylü çıkageldi. engel1

Sırtında taşıdığı küfeyi yere indirerek iki eli ile kayaya sarıldı. Ikına sıkına itmeye başladı.

Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekmeyi başardı.

Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde..

“Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir” diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.

“Her engel, yaşam koşullarınızı iyileştirmenizi sağlayacak bir fırsattır..”



ALDIĞIMIZ FİYATA

Keçecizâde'nin Rusya'da bulunduğu sıralarda Rus Çarı, Keçecizâde Fuad Paşa'ya takılır:
- Paşa şu Girit'i satsanız!
- Hay hay, satalım ekselans
- Kaça satarsınız?
- Aldığımız fiyata
Girit'in yirmi seneyi aşkın bir zamanda ve binlerce şehitle alındığını bilen Çar sararır.



 



BÖYLE KORUNUR

Çok değerli olan kütüphanesini millete vakfeden Koca Ragıp P aşa, onların bakımı için tanıdıklarından birini memur tayin eder. Bir gün ansızın kütüphanesini ziyarete giden Paşa, etrafı ve kitapları toz, toprak içinde bulunca canı çok sıkılır ve belli etmemeye çalışarak:

-Seni tebrik ederim yavrum, der. Gerçekten de gerçekten de emniyetli bir adammışsın. Teslim edilen şeylere hiç el sürmemişsin, âferin!


Dünyanın Yedi Harikası

Öğretmen çocuklardan Dünyanın Yedi Harikasını yazmalarını ister.
Gelen cevaplar şöyledir:
1- Artemis Tapınağı,
2- İskenderiye Feneri,
3- Helyos Heykeli-Rodos,
4- Babil’in Asma Bahçeleri,
5- Mausoleum-Bodrum,
6- Zeus Heykeli-Olimpia,
7- Piramitler-Mısır…
Öğrencilerden birisi kağıdını vermekte tereddüt eder ve öğretmene; “Bence Dünyanın 7 Harikası bunlar değil!” der.
Diğer öğrenciler gülüşür. Öğretmen son derece anlayışlı bir şekilde;
- “Peki, söyle bakalım senin listende neler var?”
Önce duraksar ve sonra okumaya başlar çocuk:
- “Bence Dünyanın 7 Harikası:
1- Görmek,
2- Duymak,
3- Dokunmak,
4- Tatmak,
5- Hissetmek,
6- Gülmek,
7- Ve Sevmek…”tir der.


 


ADAM OMLAK

Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Hızlı adımlarla yürüyor bir şeye canı sıkıldığı nefes alışından belli oluyordu. Biraz duraksadı ve yıllar öncesini hatırladı. O zaman oğlu daha 14 yaşında idi. İyi bir eğitim alması için elinden gelen gayreti göstermesine rağmen oğlunun tavırlarını hiç beğenmiyordu. Hatta bir gün “ oğlum sen adam olmazsın “ demişti. İşte aradan yıllar geçmiş oğlu da vali olmuştu. Nasıl oldu ise oğluna bu haber gece gelmiş o da apar topar babasını huzuruna dilemiş ve “ baba bak sen adam olamazsın dedin ama ben vali oldum” demişti. Yaşlı adam da : “ oğlum vali olmuşsun ama adam olamamışsın, eğer adam olsa idin yaşlı bir adamı gece yarısı rahatsız etmeyecek kadar düşünceli , babanı ayağına getirtmeyecek kadar edepli ve makamın büyüdükçe daha da mütevazileşecek kadar da olgun olurdun” diyerek hışımla kapıyı çarpmış kendine ancak sokağın ortasına gelebilmişti.

Üzgündü söz ve davranışlarında ölçülü bir evlat yetiştirememekten . oysa ne kadar isterdi hem iyi bir eğitim almış hem de edebiyle herkese örnek olacak bir evlat yetiştirmeyi. Ne yapalım dedi ALLAH edep versin


AYI VE İKİ ARKADAŞ

İki arkadaş birlikte ormanda gezerlerken,birden karşılarına bir ayı çıkıvermiş.
Biri çabucak bir ağaca tırmanmış ve kendini dalların arasına saklamış.Diğeri saldırıya uğrayacağını anlayınca ,boylu boyunca yere yatmış.
Ayı,yaklaşmış,burnuyla onu koklamış.Adam nefesini tutup elinden geldiğince bir ölü taklidi yapmış.Gerçekten de ölüye dokunulmadığına inanılan ayı bir süre sonra uzaklaşmış.
O uzaklaşınca ağaçtaki adam aşağıya inmiş ve merakla arkadaşına yaklaşıp;
“Ayı senin kulağına ne fısıldadı.”diye sormuş.
“Bana bir öğüt verdi”demiş “Zor durumlarda seni terk eden arkadaşınla asla yola çıkma.”

 


BABA SEVGİSİ

Adam yorgun argın eve döndüğünde beş yaşındaki oğlunu kapının önünde kendisini beklerken buldu. Çocuk babasına, saatte ne kadar para kazandığını sordu. Zaten yorgun gelen adam, oğluna "Bu senin işin değil" diyerek karşılık verdi. Çocuk dayattı:
"Babacığım lütfen bilmek istiyorum" dedi.
Adam: "Bu kadar çok bilmek istiyorsan söyleyeyim, saatte 20 dolar kazanıyorum."
Bunun üzerine çocuk, babasından bir istekte bulundu:
"Peki babacığım, bana 10 dolar borç verir misin?" dedi.
Adam, daha çok sinirlendi:
"Benim senin saçma oyuncaklarına ya da benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi derhal odana git ve kapını kapat."
Çocuk sessizce odasına çıkıp, kapısını kapattıktan sonra, adam sinirli sinirli düşünmeye başladı:
"Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?" dedi kendi kedine.
Aradan bir saat geçmiş, adam biraz daha sakinleşmişti. Çocuğuna, parayı neden istediğini bile sormadığı geldi aklına. Yukarıya, çocuğun odasına çıktı ve yatağında uzanan çocuğuna, uyuyup uyumadığını sordu.
"Hayır uyumuyorum" diye yanıtladı çocuk.
Adam, çocuğundan özür diledi:
"Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim, yorgundum" dedi.
Ve elindeki parayı uzattı:
"Al bakalım istediğin 10 doları "Teşekkürler babacığım" dedi.
Ve yastığının altında sakladığı buruşuk paraları çıkardı, elindeki parayla birleştirdi, tümünü tane tane saymaya başladı. Oğlunun yastık altından para çıkarıp saydığını gören adam, yine sinirlendi:
"Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?" diye bağırdı, "Benim senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak zamanım yok."
Çocuk, babasının bağırmasına aldırmadı bile:
"Fakat yeterince param yoktu ki... Ancak şimdi tamamlayabildim" dedi
Ve elindeki paraların tümünü babasına uzattı.

"İşte sana 20 dolar babacığım, şimdi bir saatini alabilir miyim?"


BİR BARDAK SÜTÜN HATIRI

Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için
kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.

O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı. Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan
yiyecek birşeyler istemeye karar verdi. Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine "Affedersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca.
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk,
sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra "Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?"
diye sordu genç bayana. Genç bayan, "Borcunuz yok" diyerek, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
"Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini
beklemememizi öğretti bize" dedi. Çocuk "O halde çok teşekkürler, yürekten
teşekkür ederim size" dedi. Howard Kelly, evin önünden ayrıldığı zaman
kendisini yalnızca bedensel olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.
Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar
çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük kente gönderdiler.

Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini
duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı
ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı.

Uzun süren tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly,
denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak
zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi. Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline.
Açmaya korkuyordu... Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca
bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş
bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı: "Hastane giderlerinin tamamı
bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.".


HOCANIN TOKADI

Fatih sultan Mehmet sınıfta hiç akıllı durmaz,önünde oturan çocuklara kalem batırır,bağırır çağırır hocası AKŞEMSETTİN bir şey dediği zaman
"-SEN BANA BİŞEY DİYEMEZSİN BEN PADİŞAHIN OĞLUYUM" diye tehdit ederdi.
AKŞEMSETTİN artık bu durumdan rahatsız ama bir o kadarda çaresizdi.Padişahın karşısına bu konu hakkında gitmekten haya ediyordu.Padişaha çocuğunu şikayet etmek düşüncesi ona çok ağır geliyordu.
Birgün artık herşeyi göze alıp Padişahın huzuruna çıktı ve olanları ona sıkılarak anlattı.Padişah durum karşısında bir müddet düşündü ve o müthiş planını Akşemsettinin kulağına usulca açıkladı.
Aman yarabbi bu ne plandı,mümkün değildi bu planı uygulamak.Akşemsettin plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de Padişah onu dinlemedi ve bu iş olacak dedi.
Ertesi gün yine ders ortamında ve yine Fatih Sultan Mehmet yaramazlık yapıyordu.Akşemsettin’in uyarısına yine aynı tehdit cevabını verdiği sırada Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi.
Bu olay karşısında Akşemsettin hiddetlenerek Padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi.
Padişah mahçup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı
çıktı.Olaylar karşısında Fatih Sultan Mehmetin nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı.Güvendiği babası tokat yemişti.Fatih Sultan Mehmet allak bullak olmuştu.
Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahçup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi.
PLAN MUHTEŞEM İŞLEMİŞTİ….
O günden sonra Fatih Sultan Mehmet asla yaramazlık yapmadı.
ÇÜNKÜ GÜVENDİĞİ DAĞLARI KAR ALMIŞTI ARTIK…
İşte Akşemsettin’in kulağına fısıldanan muhteşem plan,işte çocuk eğitimi…
işte onlar, işte biz….
Koskoca padişah sırf çocuğunu terbiyesi için gözünü kırpmadan tokat yemeği göze almıştı..

 


FARKLI OLMAYA ÇALIŞIN

Okulun ilk gününde 5. sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini ...
söyledi. Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Bayan Mediha bir yıl önce Mustafa yı izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Bayan Mediha onun kâğıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (x ) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyük? F? (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu.

Bayan Mediha nın okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı.

Mustafa nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli?

İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evde ki yaşamı mücadele içinde geçiyor.?

Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evde ki yaşamı yakında onu etkileyecek.

Mustafa nın dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

"Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.

Bunları okuyunca, Bayan Mediha problemi kavradı ve kendinden utandı.

Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa nın hediyesini alıncaya kadar bu böyle devam etti.

Mustafa nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı ile beceriksizce sarılmıştı.

Bayan Mediha onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Mediha pakette taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı.

Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz.

Çocuklar gittikten sonra, Bayan Mediha en az bir saat ağladı. O günden sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları eğitmeye başladı. Bayan Mediha, Mustafa ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıftaki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi.

Bir sene sonra, Bayan Mediha kapısının altında Mustafa dan bir not buldu, ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.

Altı yıl sonra Mustafa dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Mediha nın tüm yaşamında ki en iyi ve ne favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama simdi ismi biraz daha uzundu.

Mektup söyle imzalanmıştı,
Prof. Dr. Mustafa Yılmaz ( Tıp Doktoru)


Öykü burada bitmiyor.
Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var.
Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve evlenme töreninde Bayan Mediha nın damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Şüphesiz Bayan Mediha bunu kabul etti. Ve tahmin edin ne oldu? Taşları düşmüş olan o bileziği takti. Dahası, Mustafa nın annesinin süründüğü parfümden sürdü. Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Mustafa, Bayan Mediha nın kulağına şöyle fısıldadı,

"Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim.

Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim"

Bayan Mediha, gözlerinde yaslarla fısıldadı, söyle dedi,

Mustafa, yanlış şeylere sahiptim. Bir fark meydana getirebileceğimi bana öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum".

Birinin Hayatında Bir Fark Oluşturmaya Çalışın.

 
 
İçeriğe dön | Ana menüye dön
Free Web Hosting